Şeyhin Kızı
Tapduk Emre hazretleri (k.s) Yunus’un haline, diline iyice bağlanmıştı. O güne kadar muritleri arasında sevgi farkı asla hissettirmeyen, kimseyi kimseden üstün tutmayan Tapduk Emre (k.s) Yunus dağdan inmeden sohbete başlamaz, yüzü gülmez olmuştu. Yunus başka bir alemdeydi. Kendiyle, tefekkürle, özünü, sözünü pişirmekle öyle meşguldü ki, Tapduk’un özel ilgisinin farkında bile değildi.
Ay çiçekleri gibi Tapduk Emre‘nin ışıklı yüzüne dönmüş muritler, bu hali anlayamadılar. Yunus’taki başkalığı Tapduk Emre gibi anlamaları mümkün değildi. Onlara göre Yunus’un davranışlarındaki hoşluğun, güzelliğin bir başka sebebi olmalıydı. Yunus şeyhinin gözüne girmek için gece gündüz çabalıyor, bir de üstüne üstlük herkesi susturan şiirler, sözler söylüyordu. Bu güzel işler, bu ince sözler ne içindi? Yunus ne elde etmek istiyordu? Olsa olsa Yunus Tapduk’un kızını hatta Tapduk Emre’nin yerini istiyor olmalıydı. Dergahta fısıltı kazanı kaynamaya başladı.
Tenim toprak tozar yolca, beni nefs iledir uca
Gördüm nefsin burcu yüce kazma aldım kazar oldum.
Yunus‘un güzeli nerde olsa gören gözleri, dergahın içinde, bahçesinde ince bir bahar dalı gibi dolanan Tapduk Emre’nin kızını görmemiş değildi. Görmüş hem de bıraksa gönlünü, kapılıp gideceğini hissetmiş, köşe bucak kaçmıştı bu duygudan. Aşkı bilmez değildi. Yıllar önce bir güzelin aşkı Yunus’u ödağacı gibi yakmıştı. Daha Yunus doyunca seyredemeden, sevgisini belli edemeden kara toprak acımamış, kapmıştı sevdiğini elinden.
Soğumuş şol kara gözler, belirsiz olmuş ay yüzler
Kara toğrağın altında gül deren elleri gördüm.
Yunus’un gözünden bu hayal yıllarca silinmemişti. Tapduk Emre’nin kızını gördükçe hem bir ok saplanıyor kalbine, hem ılık ılık bir şeyler akıyordu içine. Şeyhinin gönlüne Yunus’tan en ufak bir şüphe, bir sıkıntı düşse Yunus kahrolurdu. Fakat kaçtıkça yakalanıyordu.
Nefsi ne kadar allayıp pullasa, gönlünü çekip çevirip Tapduk’un kızına bağlasa, içinde delikanlılık arzuları uyandırsa da, Yunus baş koyduğu yoldan küçük bir hata ile çıkabileceğini, içinde kımıldanıp duran devin yeniden uykuya dalabileceğini hissediyordu. Kendini yendi. Kendini susturdu böyle böyle…
Ama fısıltılar başlamıştı bir kere. Onlar susmadı kulaktan kulağa yayıldı. Dediler ki, “Bu derviş, ‘Şeyhin kızı’ na aşık olmuş da onun için bu kadar hizmet ediyor.” Yunus’un kulağına kadar gitti bu söylentiler. Yunus kimseye öfkelenmedi. Onun derdi kendiyleydi. Kendince, şiirince, zarifçe, nükteye vurdu.
Her kim bizi yerer ise, Hak dileğin versin ona
Urmaklığa kastedenin düşem öpem ayağını
Kim bize taş atar ise, güller nisar olsun ana
Çırağuma kastedenin Hak yandursun çırağını
Aldığı aşk terbiyesi, nefsinin hoşlandığı, nefsini yüceltecek, hakikati algılamasını engelleyecek her türlü eylem ve sözden kaçınmayı gerektiriyordu.
Kim sakınur iyi adın bıraksın elden aşk odun
Tezcek yoldurur kanadın daldan dala konan kişi
Yunus’un bu yolda yapması gereken,” kötü sözleri iyi sözlerle, kötü davranışları iyi davranışlarla, kötü niyetleri iyi niyetlerle, doğru konuşana, doğru davranana ve doğru niyet edene kadar değiştirmekti.”
Sonunda Tapduk Emre de duydu fısıldananları. Kalplerdeki ifsada son vermek, Yunus’u baştan kazanacağını bildiği bir imtihandan geçirmek için, kızını Yunus’la nikahlayacağını duyurdu. Dervişler tam “dediğimiz gibi çıktı” derken, Yunus’un sessizce verdiği cevap ortalıkta yankılandı:
“Ben şeyhimin kızına layık değilim!”
Şeyhin Kızı
Yunus Emre, İnci Şahin